Ne AnLadığın ÖnemLi... :)

Birkac yuzyil once Papa butun yahudilerin
Roma'yi terk etmeleri gerektigine karar
verir. Dogal olarak Yahudi toplumundan
buyuk bir tepki gelir. Bunun uzerine,
Papa ile Yahudi toplumundan onde gelen
birisiyle karsilikli dini bir muzakere
yapmalarini onerir. Yahudiler kazanirsa
kalacaklar, Papa kazanirsa gidecekler.
Yahudiler caresiz kabul eder ve temsilci
olarak Moiz'i secerler. Ancak Moiz'in
Papa ile ayni dili konusamamasi nedeniyle
muzakere de konusmak yerine sadece
isaret dilinin kullanilmasini teklif ederler.
Papa kabul eder.Muzakere gunu geldiginde
iki taraf karsilikli yerlerini alirlar ve karsilikli
olarak bir sure bakistiktan sonra Papa elini
kaldirarak 3 parmagini gosterir. Buna karsilik
Moiz tek parmagini kaldirir. Papa parmaklarini
sallayarak basinin etrafinda cevirir. Moiz
ise parmagiyla yeri isaret ederek oturdugu
yeri gosterir. Papa yanindaki cantadan bir
parca ekmek ve sarap ciartinca Moiz de bir
elma cikartir. Bunun uzerine Papa ayaga kalkarak
"Ben pes ediyorum, Yahudiler kalabilirler" der.
Muzakere sonrasinda Papa'nin etrafina toplanan
kardinaller Papa'ya ne oldugunu sorduklarinda
Papa; Ben once 3 parmagimi gosterip Kutsal Ucluyu
isaret ettim. Buna karsilik o bana tek parmagini
gosterip her iki dinin de tek tanriyi tanidigini soyledi.
Ben parmaklarimi sallayip basimin etrafinda
cevirerek tanrinin bizim etrafimizda oldugunu
gosterdigimde o da oturdugu yeri isaret ederek
tanrinin onlarin durdugu yerde de oldugunu
isaret etti.Ben kutsal ekmek ve sarap cikartip
tanrinin bizim gunahlarimizi bagisladigini gostermek
istedigim zaman da hemen bir elma cikartip bana
ilk gunahi hatirlatti.Her seye bir cevabi var.
Ne yapabilirdim ki?"Ayni sirada Yahudi cemaati de
Moiz'in etrafini sarmis ona nasil basardigini soruyorlardi.
Moiz; " Once bana 3 parmagini gosterip 3 gun icinde
burayi terk etmemizi istedi. Ben de ona bir tekimiin
bile ayrilmayacagimizi soyledim. Sonra butun sehrin
Yahudilerden temizlenecegini soyledi. Ben de, hic bir
yere gitmeyip oldugumuz yerde kalacagimizi soyledim"
"Sonra ne oldu?" diye kalabalik heyecanla sormus.
"Valla,sonrasini ben de pek anlamadim. Papa biraz
hiddetlendi ve ogle yemegini cikartti. Bunun uzerine
ben de benimkini cikarttim. Hepsi bu!..


INSANLARIN NE KONUSTUGU DEGIL NE ANLADIGI
ONEMLIDIR. YA SENI ANLAYAN BIRI ILE KONUS
YA DA ANLASILMIYORSAN SUS KI, KONUSTUGUN
KISIYE BIR DE KENDINI ANLATMAK ZORUNDA
KALMAYASIN!. .

HırsızLık... ( Bir Öykü )

Herkesin hırsız olduğu bir ülke varmış,
ama istisnasız herkesin.Gece olunca,
insanlar maymuncuklarını ve fenerlerini
yanına alır ve komsusunun evini soymaya
gidermiş. Gün doğarken geri döndüklerinde
yüklerini alırlarmış. Ama her seferinde
kendi evlerini de soyulmuş bulurlarmış.
Ülkede kimse kaybetmezmiş,çünkü herkes
birbirinden çalar ve bu dolaşım son kisi ilk
kişiden çalana kadar sürermiş.Bir gün, nasıl
olmuşsa, dürüst bir adam ortaya çıkmış.
Gece olduğunda, çanta ve fenerle dışarı
çıkmaktansa evinde kalıp çalışmayı tercih
edermiş.Hırsızlar geldiğinde evde ışık
yandığını görüp soymak için içeri girmezlermiş.
Ve bu durum bir süre devam edince,
ahali bir konunun açıklığa
kavuşmasını istemiş:

"Çalmadan yaşamak senin tercihin, ama
başkalarını bir şey yapmaktan alıkoymaya
hakkın yok."demişler Bunun üzerine dürüst
adam, geceleri evinden çıkar, fakat hiçbir
şey çalmaz,döndüğü zaman evini hep soyulmuş
bulurmuş. Adamın bir haftadan daha az bir
sürede, yiyecek tek bir şeyi kalmamış ve
ülkeyi terketmek zorunda kalmış.

Daha iyi soygun yaparak zenginleşenler
kendileri için soygun yapmak üzere maaşlı
hırsızlar tutmaya başlamışlar. Zengin
fakir ayrımı giderek çoğalmış. Zenginler
mallarını korumak için polis teşkilatı ve
hapishaneler kurmuşlar ve kendi mallarının
çalınmasını yasa dışı ilan etmişler.Ancak
yoksulların mallarını çalmak hala serbestmiş.
Bir süre geçtikten sonra, artık kimse soymaktan
ve soyulmaktan söz etmez olmuş. Çünkü
yoksulların çoğu ya açlıktan ölmüş ya da
ülkeyi terketmişler.Zenginler ve maaşlı
soyguncular ise soyacak kimse kalmadığı
için servetlerini yitirmeye başlamışlar.
Sonunda zenginler eski düzeni yeniden
sağlamak için dürüst adamı başa getirmeye
karar vermişler.Ancak dürüst adamın evine
gittiklerinde sadece yerde yazılı bir kağıt varmış.

Kağıtda şunlar yazıyormuş:
" Bir insan sadece dürüst olduğu için aranıyorsa
her şey için çok geç olmuş demektir"

BUGÜNKÜ ORTAMIN TEK SUÇLUSU ATATÜRK' TÜR!!!

Biz, asıl suçluyu bir kenara bırakıp suçsuzlarla uğraşıyoruz!
Evet, bugünkü ortamın tek suçlusu Atatürk’tür!

--------------------------------------- Eğer bugün 60 milyon insanımız,
Batı Trakya’daki Türkün durumunda değilse, bunun suçlusu odur.

--------------------------------------- Eğer 1929-39 yılları arasında,
bütün dünyada sanayi üretimi %19 artarken,
Türkiye’de %96 artmışsa bunun suçlusu odur.

-------------------------------------- Eğer Türk işçisi, batıdaki gibi,
çocuk yaşta yeraltında günde 14-16 saat çalıştığı dönemler yaşamamışsa;
bir oy hakkı için bile, Fransız işçisi gibi, 59 yıl kanlı bir savaşım vermek
zorunda kalmamışsa bunun suçlusu odur.

------------------------------------- Eğer şeyhülislamlar “fetva” verip
Kuran’ın Türkçe basımını engelleyemiyorlarsa; ezanlar düşman
bayraklarının gölgesinde okunmuyorsa bunun suçlusu odur.

------------------------------------- Atatürk’ün suçları saymakla bitmez.
Bir zamanlar kralların, şahların, cumhurbaşkanlarının, başbakanların
Ankara’yı ziyaret için kuyruk olmalarının
sorumluluğu da Atatürk’e aittir.

------------------------------------ Baskı rejimlerinden kaçan yüzlerce
batılı bilim adamının bir zamanlar
Kemalist Türkiye’yi seçmesinin sorumluluğu da...

----------------------------------- Faşist Mussolini’nin bile Türkiye’yi
“Avrupalı” saymasının günahı da..

---------------------------------------- Ama suçlunun suçlarının iyi
anlaşılabilmesi için suçsuzların suçsuzluklarının da
unutulmaması gerekir.

--------------------------------------- Sokaktaki adamın bile miras
hakkına dokunulmazken Atatürk’ün vasiyetini çiğneyerek
Türk Dil ve Tarih kurumlarını devletleştiren,
Atatürk’ün miras gelirlerini, devletin atadığı
memurlara dağıtan “beş general” suçsuzdur!

-------------------------------------- “Ben Atatürkçüyüm ve laiğim”
diyerek, din derslerinin zorunlu olması hükmünü anayasaya koydurtan,
Alevinin, Hıristiyan’ın, Yahudi’nin Sünni inancını öğrenmesini zorunlu
hale getiren Marmaris’teki emekli adam suçsuzdur.

------------------------------------- Köy Enstitülerini kapatırken,
İmam-Hatip liseleri açanlar, laik liselerde eğitim görenlerin sayısı
son 20 yılda 3 kat artarken, imam-hatip okullarını bitirenlerin
sayısının 14 kat artmasını sağlayanlar,
Menderes’ten Demirel’e, Özal’dan Yılmaz’a tüm
“Atatürkçü Laik” başbakanlar suçsuzdur!

--------------------------- Milli eğitim bakanlığını şeriat yanlılarının
işgaline terk edenler, Sağlık ve Tarım bakanlıklarını şeriatçılara
peşkeş çekenler, İçişleri bakanlığının yapısını bozup valilerin,
kaymakamların, emniyet müdürlerinin şeriatçı olması için
kolları sıvayanların hepsi suçsuzdur!

------------------------------- Asıl suç Harp Okulunu şeriatçılara
açmamakta direnen Kemalistlerdedir..

------------------------------- Sokaktaki adama küfreden suçludur,
ama Atatürk’e küfreden suçsuzdur!

--------------------------------- Erbakanlar, Mezarcılar, Dicleler...
Holding solcuları, numaracı cumhuriyetçi liboşlar...
Şeriatçılar, Kürt ırkçıları... Hepsi de haklılar!...

----------------------------------- Onların ayaklarının altına halıları
kim döşedi? 1950’den beri bu ülkeyi yönetenler değil mi?...

ENİS ULAŞ

Nisan Yağmuru... /... Olma

kapalı çarşı dudakların, kalabalık ve renkli
susma. Dilimde kurur kelimeler

biliyorum, olmayacak bir şey sana dirilmem
çocuk aklıma uyup da yürüdüm meydanlarında
kapını çalıp kaçmaktı niyetim
bir satır başında birden karşına çıkmak,
ve düşürmek kolunun altındaki cümleleri

olmadı. Ezberimde kaldın karıştırırken gülüşlerini

yoldan çıktım, sana düşüyorum
kurtarma beni

Pelin Onay

Üşüyorum... /... Sesimi Ört

-bir solukta okumak istemiyorum seni, sayfalarını çevirme-

uyku tutmadı, sen tut beni
en son koynunda unuttum günaydın dilimi
gözlerinde büyüdüm, yüreğim sende çocuk kaldı
hadi kalk gidelim, bizi görüp yazacaklar, az kaldı

en keyifli sabah kahvaltım ! Sen,
göğsünde yürüdüğüm balıkçı kasabası
akşamdan kalsın öpüşlerin, yalpalasın dudaklarımda
susuyorum, özlemin gelincik tarlası susatma

gözüm tutmadı sensizliği, bir daha yollama

efkar dağıttım, herkese biraz düştü
dalgalara gözlerimle yazdım şiirimi, ıslandı ama yırtılmadı
kalbim, içli şarkılar kuşağı. İçinden geçiyor
parmaklarım karanlıkta mum gibi,
sana yazıldıkça eriyor

ateşli çingene dansım! Sen,
uzağında kaldığım deniz ülkesi
tutamayacağın sözler ver bana, ben tutarım
nefes alsın yorgunluğun dağınık yatak akşamlarında
biliyorum, gözlerin bir İstanbul hatırası
kapatma

ellerim tutmadı vedada, yaşlandım
beni kendinde bağışla

Pelin Onay

Beni Artık Sevmeyin...

inandığım değerleri kaldırdım
çeyiz sandığıma sakladım../
..kenarlarını tığla ördüğüm umutlarımın
arasına parmaklarımda naftalin kokusu
alışamadım unutulmaya

kaç yaşında sevdim ben bu yalnızlığı.?
hangi yürek öncüsü oldu ezinç
taşkınlıklarımın..?
bana düşen artık susmaktır
toplamından taşıyorum iç acılarımın

defterimin arasında kurutulmuş
anılar yüzlerinde palyaço
gülüşleri kimbilir../
..hangi sevdadan kalma

isyan perdesini indirdi gece,
suya yansıdı öksüzlüğüm
şehrin kapılarını tutsun bütün yıldızlar,
yoksa firar edip kaçacak hüznüm

sevdiğim erkekler geliyor aklıma
bir çocuk gibi usulca sokulup,
bir nehir gibi akıp giden erkekler

ama sen
son vurgunum../
...en çok vurulduğum

veda mektubun hala cüzdanımda biraz
yırtıldı ve buruştu ama tek kanıtı
biten bir aşkın yoksa../
..kimse inanmıyor ayrıldığımıza

ah bu ben grameri bozuk bir
hikayenin içinde,
yüklemini kaybetmiş bir cümle gibiyim
sindire sindire yaşamalı ayrılıkları da
belki de bu yüzden../..hala aşık gibiyim

hangi kırgınlığın içinde boğuldu gülüşlerim...?
iğnesi kırılmış bir plak gibi dönüyorum olduğum yerde
ve şarkılarımı kusamıyorum
gücenik makamından eserler dinleyemediniz,
hepinizden özür diliyorum

çok erken susturuldum
bu yüzden bu üç boyutlu sarhoşluklar
fasl-ı şahane yıkılışlar
alnımda eksik bir veda busesi,
mümkün değil../..sevilemez ayrılıklar

sol göğsüm../..yanık göğsüm
nasıl da zor sevgi aramak resimlerde
bir çocuk olsam kolaydı ama../..büyüdüm

beni artık sevmeyin tuza yatırdım gönlümü../
..düşlerimin yanına gözlerimde esrik bir sızı,
alışamadım unutulmaya

PeLin Onay

Beni TarihLe YargıLa...

"Titrek bir mum alevinin havaya bıraktığı bulanık bir is,
Ve göz gözü görmez bir sis değildik biz
Beni bilimle anla iki gözüm, felsefeyle anla,
Ve tarihle yargıla..."

Bal değildir ölüm bana,
İdam gül değildir bana,
Geceler çok karanlık,
Gel düşümdeki sevgilim,
Ay ışığı yedir bana...

”Ahh... Ben hasrete tutsağım,
Hasretler tutsak bana
Bıyığımdan gül sarkmaz,
Bıyık bırakmak yasak bana,
Mahpus bana, sus bana.
Yağlık ilmek boynuma...
Sevgili yerine
Koynuma idamlar alır, idamlar alır yatarım,
Ve sonra sabırla beklerim,
Bulutları çekersiniz üstümden,
Suçsuzluğumun yargılayıcılarını yargılarsınız,
Ve o güzel geleceği getirirsiniz bana...
Ölüm tanımaz işte o zaman sevgim,
Tırnaklarımı geçirip toprağın sırtına, doğrulurum,
Gözlerimde güneş koşar,
Ve çiçekler ekersiniz, çiçekler ekersiniz toprağıma...”

Duygu bana, öykü bana,
Roman gibi her an bana
Hücremde yalnızım gel,
Gel düşümdeki sevgilim,
Soyunup hazırlan bana.

“Biraz sonra asmaya götürecekler beni,
Biraz sonra dalımdan koparıp öldürecekler beni,
Hoşçakalın sevdiklerim;
Dört mevsim, yedi kıta, mavi gök...
Bütün doğa hoşçakalın...
Hoşçakalın sevdalılar,
Çocuklar, üniversiteliler, genç kızlar,
Sonsuz uzay, gezegenler ve yıldızlar,
Hoşçakalın...
Hoşçakalın senfoniler, oyun havaları,
Sevda türküleri ve şiirler.
Bildirilerimizin ve seslerimizin yankılandığı şehirler.
Dağlarında yürüdüğümüz toprak,
Yalınayak eylem adımlarıyla geçtiğimiz nehirler hoşçakalın...
Hoşçakalın ağız tatlarım;
Sıcak çorbam, çayım, sigaram...
Havalandırma sıram, banyo sıram, kelepçe sıram...
Parkamı, kazağımı, eldivenlerimi, ayakkabılarımı,
Ve kalemimi, ve saatimi,
Ve kavgamı bıraktığım sevgili dostlar
Hoşçakalın, hoşçakalın...”

Dostum bana, sevdam bana,
Soluğunu geçir bana,
Uyku tutmuyor gözüm,
Anılar sıraya girdi.
Gel anne süt içir bana.

”Hoşçakalın anılarımı bıraktığım insanlar,
Mutluluğu için dövüştüğüm insanlar,
Yedi bölge, dört deniz,
Yedi iklim, altmış yedi şehir,
Okullar, mahalleler, köprüler, tren yolları...
Deniz kıyıları, balıkçı motorları, takalar,
Asfalt yolu boyu dizilmiş fabrikalar,
Ve işçiler ve köylüler...
Hoşçakal ülkem
Hoşçakal anne, hoşçakal baba, kardeşim,
Hoşçakal sevgilim, hoşçakal dünya,
Hoşçakalın dünyanın bütün halkları,
Sınırlı olmayan mekâna,
Sınırlı olmayan zamana gidiyorum ben;
En sevda halimle, en yaşayan halimle,
Gidiyorum dostlarım,
Hoşçakalın, hoşçakalın...

Beni yaşamımla sorgula iki gözüm,
Beni yüreğimle, beni özümle,
Bilimle anla beni, felsefeyle anla beni,
Tarihle anla beni,
Ve öyle yargıla.

Ersin Ergün

GidebiLirsin...

Madem ki içinde o ateş söndü
Bir daha yakmadan gidebilirsin
Aklımda kalmasın bu son bakışlar
Yüzüme bakmadan gidebilirsin

Yıllardır verdiğin kederi görme
Üstüme yıktığın kaderi görme
Ömrümden çaldığın günleri görme
Beni de görmeden gidebilirsin

Sen düşün yaranı kimler saracak
Sen düşün gönlünü kim avutacak
Bir an önce kaybol oldu olacak
Bir veda etmeden gidebilirsin

Demek ben suçluyum bir tek sen haklı
Ben zalim bir düşman sense zavallı
En güzeli alıp beni asmalı
Beni affetmeden gidebilirsin

Zorlama kendini veda etmeye
Zorlama gözünden yaşlar dökmeye
Mecbur da değilsin birşey demeye
Hiç bir şey demeden gidebilirsin...

Shadow-750c

Bu Aşk Burada Biter...

Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim
Yüreğimde bir çocuk cebimde bir revolver
Bu aşk burada biter iyi günler sevgilim
Ve ben çekip giderim bir nehir akıp gider

Bir hatıradır şimdi dalgın uyuyan şehir
Solarken albümlerde çocuklar ve askerler
Yüzün bir kır çeçeği gibi usulca söner
Uyku ve unutkanlık gittikçe derinleşir

Yan yana uzanırdık ve ıslaktı çimenler
Ne kadar güzeldin sen! nasıl eşsiz bir yazdı!
Bunu anlattılar hep, yani yiten bir aşkı
Geçerek bu dünyadan bütün ölü şairler

Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim
Yüreğimde bir çocuk cebimde bir revolver
Bu aşk burada biter iyi günler sevgilim
Ve ben çekip giderim bir nehir akıp gider

ATAOL BEHRAMOĞLU

Ben ÖLürsem Akşam Üstü ÖLürüm...

Ben ölürsem akşamüstü ölürüm
Şehre simsiyah bir kar yağar
Yollar kalbimle örtülür
Parmaklarımın arasından
Gecenin geldiğini görürüm
Ben ölürsem akşamüstü ölürüm
Çocuklar sinemaya gider
Yüzümü bir çiçeğe gömüp
Ağlamak gibi isterim
Derinden bir tren geçer
Ben ölürsem akşamüstü ölürüm
Alıp başımı gitmek isterim
Bir akşam bir kente girerim
Kayısı ağaçları arasından
Gidip denize bakarım
Bir tiyatro seyrederim
Ben ölürsem akşamüstü ölürüm
Uzaktan bir bulut geçer
Karanlık bir çocukluk bulutu
Gerçeküstücü bir ressam
Dünyayı değiştirmeye başlar
Kuş sesleri, haykırışlar
Denizin ve kırların
Rengi birbirine karışır
Sana bir şiir getiririm
Sözler rüyamdan fışkırır
Dünya bölümlere ayrılır
Birinde bir pazar sabahı
Birinde bir gökyüzü
Birinde sararmış yapraklar
Birinde bir adam
Her şeye yeniden başlar

ATAOL BEHRAMOĞLU

Kuşatmada...

Kuşatma altında vermem gerekiyor
Ömrümü etkileyecek kararları.
Kuytu bahçelerde değil
Sarsak odalarda yaşıyorum aşkı.

En güzel dizeyi buluyorum derken
Bozuyor düşümü bir klakson sesi
Aklımda hayatım üstüne düşünceler
Ve pantolonumdaki yağ lekesi.

Sırıtkan, şırnaşık bir reklam spotu
Ekleniyor sonuna duygulu bir filmin
Sevgi yitiriyor anlamını
Kaypaklaşıyor kin.

Bir çocuk ölüsüyle yan yana
Yaşıyor içimde gülen çocuk.
Katıksız sevinç duymayı
Ve üzülmeyi artık unuttuk.

Gök diye bir şey vardı bir zaman
Sonsuz, engin, mavi
Şimdi sünepe bulutların
Hasta köpekler gibi gezindiği

Ve dalgakıranlarla zincirlenmiş deniz
Gitgide çürüyen bir su olmada artık
Akıtmada zehrini doğaya
İçimizdeki bataklık...

Kuşatma altında vermem gerekiyor
Ömrümü etkileyecek kararları,
Fakat hiçbir sey kurutamayacak
Çorak topraklarda yeşerttiğim aşkı…

ATAOL BEHRAMOĞLU

KarLı Kayın Ormanında...

Karlı kayın ormanında
yürüyorum geceleyin.
Efkârlıyım, efkârlıyım,
elini ver, nerde elin?

Ayışığı renginde kar,
keçe çizmelerim ağır.
İçimde çalınan ıslık
beni nereye çağırır?

Memleket mi, yıldızlar mı,
gençliğim mi daha uzak?
Kayınların arasında
bir pencere, sarı, sıcak.

Ben ordan geçerken biri :
"Amca, dese, gir içeri."
Girip yerden selâmlasam
hane içindekileri.

Eski takvim hesabıyla
bu sabah başladı bahar.
Geri geldi Memed'ime
yolladığım oyuncaklar.

Kurulmamış zembereği
küskün duruyor kamyonet,
yüzdüremedi leğende
beyaz kotrasını Memet.

Kar tertemiz, kar kabarık,
yürüyorum yumuşacık.
Dün gece on bir buçukta
ölmüş Berut, tanışırdık.

Bende boz bir halısı var
bir de kitabı, imzalı.
Elden ele geçer kitap,
daha yüz yıl yaşar halı.

Yedi tepeli şehrimde
bıraktım gonca gülümü.
Ne ölümden korkmak ayıp,
ne de düşünmek ölümü.

En acayip gücümüzdür,
kahramanlıktır yaşamak :
Öleceğimizi bilip
öleceğimizi mutlak.

Memleket mi, daha uzak,
gençliğim mi, yıldızlar mı?
Bayramoğlu, Bayramoğlu,
ölümden öte köy var mı?

Geceleyin, karlı kayın
ormanında yürüyorum.
Karanlıkta etrafımı
gündüz gibi görüyorum.

Şimdi şurdan saptım mıydı,
şose, tirenyolu, ova.
Yirmi beş kilometreden
pırıl pırıldır Moskova...

14 Mart 1956
NAZIM HİKMET RAN

Kız Çocuğu...

Kapıları çalan benim
kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem
göze görünmez ölüler.

Hiroşima'da öleli
oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım,
büyümez ölü çocuklar.

Saçlarım tutuştu önce,
gözlerim yandı kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim,
külüm havaya savruldu.

Benim sizden kendim için
hiçbir şey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki
kâat gibi yanan çocuk.

Çalıyorum kapınızı,
teyze, amca, bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin
şeker de yiyebilsinler.

1956 NAZIM HİKMET RAN

Dahi Kime DerLer...

Her zaman Atatürk onu sormaz
veya sınava çekmez ya!
Bir gün de, sofrada, neşeli bir zamanında
Atatürk’ü sınava çektiler arkadaşlarından biri, sordu:
- Lütfen cevap verin bakalım; dahi kime derler?
Atatürk tereddüt etmeden ve kendisinin sınava
çekilmesini yadırgamadan, cevap verdi:

- Dahi odur ki , ileride herkesin takdir ve kabul
edeceği şeyleri ilk ortaya koyduğu vakit herkes
onlara delilik, der...

Banoğlu, Age, S. 512

Atatürk Vefat Edince...

Sene 1938, 10 Kasım...
İstanbul Üniversitesi’nde saat 9'u 5 geçenin acı haberi duyulmuş...
Bir alman profesör var,
Hukuk Fakültesinde, o da duymuş, şaşırmış.
Derse girsin mi, girmesin mi bir türlü karar veremiyor.
O sırada aklına rektöre müracaat etmek gelir.
Kalkar, yanına gider.
Aralarında şu konuşma geçer:
- Efendim, mütereddidim. Acaba ne yapsam?
- Sizde böyle büyük bir adam vefat edince ne yaparlarsa, onu yapın.
İşte o zaman alman profesör kollarını iki yana sarkıtarak:

- Bizde bu kadar büyük bir adam vefat etmedi ki... der.

(Yücebaş, Hilmi, Atatürk'ün Nükteleri-Fıkraları, Hatıraları, İstanbul, Kültür Kitapevi, 1963, Sh. 39)

Atatürk ve KöyLü...

Yıl 1933; mevsim kış...
Yer, Ankara tren istasyonu.
Akşam üstü.
Gazi, yurt gezisine çıkacak, gar onu
uğurlamaya gelenlerle dolup taşıyor.
Gazi trene bineceği sırada bir köylü
kalabalığı yararak koşa koşa yanına
ulaşmayı başarıyor.
Ayaklarına kapanıyor.
Yaverleri, ilgililer köylüyü çekip
götürmek istiyorlar.
- Bırakın!...
Kendisi eğilip kaldırıyor köylüyü.
- Nasılsın yurttaşım?
- İyiyim Paşam, iyiyim...
- Senin iyiliğine memnun oldum.
Benden ne istiyorsun?
- Hayır Paşam, bir şey istemiyorum.
- Niçin geldin öyleyse?
- Seni gördüm, kendimi tutamadım,
ayaklarına kapanmak istedim.
- Yok, sen benden bir şey istiyorsun,
söyle bana yapacağım.
- Sağlığından başka bir isteğim yok Paşam.
- Ben biliyorum senin istediğini,
sen benimle kucaklaşmak istiyorsun.

Köylü yoksul, üstü başı dökülüyor,
üstelik giysileri kirli.
Gazi, sarılıyor köylüye, kucaklıyor onu,
bağrına basıyor, yanaklarından öpüyor.
O sırada kalabalık arasında bulunan
Feridun Cemal Erkin diyecektir ki:

“Etrafıma baktım, herkes mendili çıkarmış ağlıyordu.”

Çetin Yetkin’in, “Ben de Bir İnsanım” adlı kitabından...

Gece DüşünceLeri...

Işığa baktım, bir sivrisinek
Uçuşuyordu etrafımda, iskemleye yığıldım:
Alıştığım çevreden geçip gitmiş,
Alıştığım zevkleri içip bitirmiştim.
Saçımı rüzgara, göğsümü sellere,
Kalbimi alacakaranlığa, dostça sunmuş,
Ve hafifçe kaynaşan kanımı usulca uyandırmışım,
Ölüleri anarak, en sevilen ölüleri.

Gördüm bulutlarda duranları -
Yalnızdım ve arada bir bakıyordum.
Bu onların güzel tavırları mı?
Belli belirsiz
Sallıyor gece rüzgarı titreşerek yelpazesini.
Bu onlardı, onlardı.
Aralarında mısın sen de?
Benim için öldün sen, ama göğsümdeki her şeyden
Daha mı çok seviyordum seni?
Sen de mi gittin?
Hayır, sevgin öldü senin ve geçip gitti öteye!

Etrafım sessiz.
Perdenin arasından
Dikkatle bakıyor soluk yüzlü ay.
Burada ne arıyor ay?
Uçuşan hayaletler gibi
Çevresinde dolanıyor, incecik narin bulutlar.
Duvarıma vuruyor titreşen yansıları -
Seviyorum onların titreşmesini -
Görüyor gibiyim, düşüncelerin ara sıra dansını
Çevresinde sakin mezarların.

Önümde, açılmış kitaplar,
Arasında yazılı bir sayfa;
Kitaplar öylesine ölü - ben tedirgin,
Uzanıyorum mektuba: yazı yorgun,
Ölmüş onu yazan el,
Ölmüş o ele emreden yürek.
Bu mektuba yansımış bütün sevişim,
Bu satırlara bütün çilem.

Ve gene de ölü değilsiniz, ey siz kalın ciltler,
Siz, bilgelik dolu karınlar, ölü değilsiniz -
Alıyorum şimdi, dostça, seni ellerime
Bana teselli verdin, şarap ve ekmek verdin
Acılar beni yıktığında, sen, benim
Shakespeare'im;
Ruhum bunu unutmamalı:
Onlar ay gölgesi gibi gittiler,
Sense bana sadık kaldın, ey derin anlamlı yüz!

Tükenmiş nerdeyse ışık -
ve yeniden canlanıyor,
Aydınlatıyor odayı, göğsümün içini:
Uyan yüreğim, çık mezardan
Ve çıkart sabahın yeni zevkini!
Daha sönmedi ruhunun ateşi,
Daha saçabilirsin uzaklara parlak kıvılcımlar,
Paslanmış yatıyor demir kılıcın kumlar içinde -
Al kayaları, şimşekleri, bilemek için onu!

Çöktü, söndü ışığın son pırıltısı da,
Hızla koşuşuyor artık ayın gölgeleri.
Pencere camı tıkırdıyor -
gece bakıyor içeri soluk soluk,
Sallıyor iniltiyle gece rüzgarı yelpazesini.
Elim uyuşmuş, yazmaktan nihayet yorgun,
Gözlerim bezgin, hüzün dolu.
Sivrisinek vızıldıyor gece türküsünü yavaşça -
Dinleniyorum, kendi içime dalmış, koltukta.

Friedrich Nietzsche



Neyi Yaşamak İstiyorsan Onu Yaşa...

Öyle bir hayat yaşıyorum ki,
Cenneti de gördüm, cehennemi de.
Öyle bir aşk yaşadım ki,
Tutkuyu da gördüm, pes etmeyi de.
Bazıları seyrederken hayatı en önden,
Kendime bir sahne buldum, oynadım.
Öyle bir rol vermişler ki,
Okudum okudum, anlamadım.
Kendi kendime konuştum bazen evimde.
Hem kızdım, hem güldüm halime
Sonra dedim ki ' söz ver kendine '
Denizleri seviyorsan, dalgaları da seveceksin.
Sevilmek istiyorsan, önce sevmeyi bileceksin.
Uçmayı seviyorsan, düşmeyi de bileceksin.
Korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredersin.
Öyle bir hayat yaşadım ki, son yolculukları erken tanıdım.
Öyle çok değerliymiş ki zaman,
Hep acele etmem bundandı,
Anladım ...

Friedrich Nietzsche

Bir Başına...

Ne giderim peşlerinden ne ardımda devam olsun
Ne uyarım ne hükmeder, kalanlara selam olsun!
Korkunçtur kendinden korkan:
Korku yayan korku bulsun!
Korkutanlar yönetirmiş, hadi onlar önder olsun!
Dinlemez sözümü kendim, söz geçiren beter olsun!
Severim dolanıp da orman olsun, denizler olsun!
Ara sıra gideyim de bıraktğım izler solsun
Gizi tenha köşelerde, beni şimdi kimler bulsun?
Ey benim gibi yalnız!
Sen, kendine varan yolun
Yolcusu!
Çağır uzaklardan kendini, olsun!

Friedrich Nietzsche

AskerLe Güreş....

Bir gezisinde, Kolordu binasının kapısında aslan
yapılı bir Mehmetçik gördü. Çağırdı ve güler yüzle sordu:

- Sen güreş bilir misin?

Yanındakilerden en kuvvetli görünenlerle Mehmetçiği güreştirdi.
Genç asker her zaman üstün geliyordu.
Çok neşelendi, ayağa fırladı.
Ceketini çıkarıp Mehmet'e ense tuttu:

- Haydi, bir de benimle güreş!

Katıksız ve temiz Anadolu çocuğu Ata'sının yüzüne hayranlıkla baktı:

- "Atam," dedi. "Senin sırtını yedi düvel yere getiremedi.
Bir Mehmet mi bu işi başarır?"

Gözleri doldu ve ağlamamak için gülmeye çalıştı.

Tahsin UZER

Kaynak: Millet Dergisi, 1946

İzmir Suikastı...

İzmir'de hazırlanan o alçakça suikastın sonuçsuz
kalmasından sonra bir gün bize şu olayı anlatmıştı:

- "Ziya Hurşit'in beni öldürmeye memur ettiği iki zavallı
vardı. Sorguları yapıldıktan sonra bunların birisini
yanıma çağırdım. Odada kimse yoktu.
Kendisine sordum:

- Sen Mustafa Kemal'i öldürecekmişsin, öyle mi?
- Evet, dedi. Ben yine sordum:
- Mustafa Kemal ne yapmıştı ki onu öldürecektin?
- Fena bir adammış o. Memlekete çok fenalık yapmış.
Sonra bize onu öldürmek için para da vereceklerdi.
- Sen Mustafa Kemal'i tanıyor musun?
- Hayır.
- O halde tanımadığın bir adamı nasıl öldürecektin?
- Geçerken işaret edecekler, Mustafa Kemal işte budur, diyeceklerdi.
Biz de öldürecektik. O zaman cebimdeki tabancayı çıkararak
kendisine uzattım:
- Mustafa Kemal benim, haydi al eline tabancayı, öldür, dedim.

Herif benden bu karşılığı alınca yıldırımla vurulmuş gibi oldu.
Bir süre şaşkın şaşkın yüzüme baktıktan sonra diz üstü kapanarak
hüngür hüngür ağlamaya başladı.

Yahya Galip KARGI

Kaynak: Yücel Dergisi, 1948

YeniLseydik SorumLu Ben OLacaktım...

Bir aralık konu İstiklâl Savaşı'na geldi.
Dikkat ettim, Binbaşılar dahil her komutanın
hangi birliğe komuta ettiğini, nerede bulunduğunu,
-bir gün önce olmuş gibi- hatırlıyordu.
O savaş ki araç, gereç, personel kıtlığı bugün
güç tasavvur edilirdi. Tümenlere binbaşılar,
Kolordulara yarbaylar komuta ediyordu!
Fakat, bu kadro canını dişine takmış bir ekipti.
Var olmak ya da olmamak bu savaşın sonucuna
bağlıydı. 30 Ağustos bu ruh haletinin eseriydi.
Böyle bir dramı, hem yazarı, hem baş aktörünün
ağzından dinlemek müstesna bir mutluluktu.
O anılar Ata'yı coşturdukça coşturuyordu.
Anlatmalarında abartma yoktu. Ama bu anlatış
öylesine canlı, öylesine plastikti ki, hepimiz
heyecandan heyecana sürükleniyorduk.
Anlatışlarını şöyle bağladı:

- İşte büyük zafer böyle ortak bir eserdir. Şerefler de ortaktır.

Bu alçakgönüllülük şaheseriyle konunun kapanacağını tahmin
ediyorduk. Bu arada Atatürk bir duraklama yaptı.
Sonra içine dönük, adeta kendisiyle konuşur gibi ilave etti:

- Ama yenilseydik sorumluluk ortak olmayacak yalnız bana ait olacaktı.

Bu belagat karşısında gözyaşımı tutamadım. Tarihin,
zaferleri kendine maleden, yenilgileri ise maiyetine
yükleyen sahte kahramanlarını hatırladım.

Ord. Prof. Sadi IRMAK

Kaynak: Sadi Irmak, Ord Prof. - Atatürk'ten Anılar, 1978

Bir DeLinin MaL Beyanı...

1- Avşa adasında üç daire, dört üçgen, beş dikdörtgen

2- Gökyüzünde bir bulut

3- Bitlis'te beş minare

4- Biri yazlık, biri kışlık iki platonik sevgili

5- Büro mobilyası ve çelik kapı üreten bir fabrikanın
öğle üzeriyaslanıp sigara içilen beyaz duvarı

6- Islıkla da çalınabilen dört anonim türkü

7- Palandökende bir palan, iki döken

8- Kastamonu'da üç kasto

9- Üç fay hattı

10- Bir çarşamba, iki perşembe, üç cuma

11- Dünyada mekan

12- Ahirette iman

13- Denizde kum

14- Uzayda yerçekimsizlik

15- Bir çuval gazoz kapağı

16- Bir kibrit kutusu sigara izmariti

17- On sekiz saç biti

18- Biri İngilizce 6 adet küfür

19- Yirmi tane boş naylon poşet

20- Sevenlerin kalbinde kurulmuş bir taht

21- Bir sürü saç sakal, kıl, tüy, yün

22- Uç ayrı parkta, üç ayrı belediyeye ait,
üç ayrı banka reklamlı bank

23- Bir ayakkabı çekeceği

24- İki büyük taş kütlesi

25- Bir adet ağaç gölgesi

26- Üç kuş kanadı sesi

27- Bir sürü kedi, köpek

28- Bir Marmara Denizi

29- Camına yaslanıp seyredilen iki piliç çevirmeci

30- Her akşam karıştırılan dört çöp bidonu

31- Çalıp çalıp kaçılan beş melodili apartman zili

32- Nakit 15 kuruş

33-Anne babadan kalma yarısı yaşanmış bir ömür

CAN YÜCEL

Rüzgar OLmak...

dusunsene ruzgar olsan istediğin gibi dolaşacaksın
denizlerin uzerinde...

tepelerden aşağıya bırakacaksın kendini hiç
çekinmeden...

guzel kizların saclarında dolaşacaksın sana hiçbirşey
diyemeyecekler belki de hoşlarına gidecek...

gözyuzunde ucurtma gibi bir oraya bir buraya
savrulacaksın için hep ferah olacak ne sıkıntıdan
cehennem gibi nede sinirden buhar kazanı gibi...
hep ferah...

dalgaların arasına çekinmeden gireceksin sular
seni yutamayacak dunya seni kirletemeyecek ustelik
sen temizleyecceksin ferahlıgınla dunyayı...

istesen hiç ayrılmayacaksın yemyeşil ormanların
uzerinden...

istesen kaçıp en ucra köşelere gideceksin kimse
bulamayacak seni...

istesen sevdiğinin etrafında dört döneceksin hiç
farkına bile varmayacak...
uyurken yanaklarından suzuleceksin belki hoşuna
gidecek...

en umutsuz insanlara bir esmenle biraz da olsa
rahatlık vereceksin...

kimse seni eleştiremeyecek, kimse seni yakalayamayacak ,
kendi kurdukları hapislere tabulara ahlak derslerine
sokamayacaklar seni, bir esmeyle kaçabileceksin
aralarından hemde giderken en şiddetli tokatı
basabileceksin o utanmaz suratlarına...


en guzeli de istediğin kadar yakınlaşacaksın göğe, hiç durmadan,
yuzunu o hep özlemini kurduğun yukarı çevirip gideceksin
yukseklere doğru durmadan....

ruzgar oLmak böyLe bişey oLsa gerek...

ALdanma CahiLin Kuru Lafına...

Aldanma cahilin kuru lafına
Kültürsüz insanın kulu yalandır
Hükmetse dünyanın her tarafına
Arzusu hedefi yolu yalandır

Kar suyundan süzen çeşme göl olmaz
Gül dikende biter diken gül olmaz
Diz diz eden her sineğin bal'olmaz
Peteksiz arının balı yalandır

İnsan bir deryadır ilimle mahir
İlimsiz insanın şöhreti zahir
Cahilden iyilik beklenmez ahir
İşleği ameli hali yalandır

Cahil okur amma alim olamaz
Kamillik ilmini herkes bilemez
Veysel bu sözlerin halka yaramaz
Sonra sana derler deli yalandır

AŞIK VEYSEL

FeLsefeciLerin ve Önde GeLenLerin Aşk TarifLeri...

Aristo Tales:
"Sevmek acı çekmektir, sevmemek ölmek.
Sevmek zevktir ama yalnız sevilmenin hiçbir zevki yoktur"

François Bacon:
"Büyük insanlarda, liyakat sahibi olanların kendilerini
budalaca aşka kaptırdıkları görülmez. Büyük ruhlar ve
büyük işler aşkla uzlaşmaz"

Augustinus:
"Sevgi ruhun güzelliğidir."

Franz Xaver Von Baader:
"Özgürlük aşk değildir, yalnız aşkın kapısıdır."

Bailey:
"Aşk dünyanın en tatlı mutluluğu ile en derin
acısından yaratılmıştır"

Basta:
"Erkek az fakat sýk sever, kadın ise çok ancak
bir kez sever"

Jeremy Bentham:
"Aşk hazzı, dostlukla duyu hazlarından yoğrulmuştur"

Balzac:
"Aşk yaşamında kadın, ancak hünerli bir çalgıcının
elinde dile gelen bir lir gibidir. Kadınlar bizleri
sevdikleri zaman her suçumuzu bağışlarlar"

Jacob Boehme:
"İstek, hareket/genişleme, yön veren tezlere bilgelik
eklendiğinde aşk olur"

La Cordaire:
"Aşk her şeyin başlangıcı, ortası ve sonudur"

Eogene Delacroix:
"Askı anlatabilmek için yeryüzünde var olan dillerden
başka bir dil ister"

Descartes:
"Bir şey kendimiz için iyi, yani uygun gibi sunulmuşsa
ona karsı aşk duyarız."

Bulor:
"Aşk cennetin dilinden bize kalan tek andır"

Antoine Bret:
"Askın ilk soluğu mantığın son soluğudur"

Epiktet:
"Hareket etmenin nedeni 'istek' ve 'sevmektir',
bu ise düşünmektir. Aşk tutkudur. İyi ya da
kötünün ne olduğunu fark edemeyen insan nasıl sevebilir"

Duclos:
"Aşk bıkılmayandır. Her şeyden bıkılabilir ama aşktan ...
hayır"

Epikür:
"Bilge olan evlenmez. Evlense bile askın vehimlerine kapılmaz...
Bir uygarlığın yetkinliği ve insanlığı ancak kardeşlik ve
sevgiyle olasıdır."

Douglas Ferrola:
"Aşk kızamığa benzer, insan ne kadar geç yakalanırsa o kadar
ağır geçer"

Faulkner:
"Askı kitaplara soktukları iyi oldu, yoksa belki de başka yerde
yaşayamayacaktı."

Fenelon:
"Sevmeden yaşamak yaşamak değildir.
Az sevmek ise sürüklenmektir."

Costance Foster:
"Sevgi bizi zamanın yıkımından koruyan yıkılmaz bir kaledir"

Freud:
"Yaşam belirtisinin kökeninde duygulanma; duygulanmanın da
temeli aşktır"

Geraldy:
"Erkeğin yaradılışında sevmek yoktu. Ona aşkı öğreten kadındır"

Geothe:
"Sevilenin kusurlarını hoş görmeyen sevmiyor demektir"

Victor Hugo:
"Aşk bir deniz, kadın onun kıyısıdır."

Holty:
"Aşk kulübeyi altından bir saraya benzetir."

Albert Hubbart:
"Aşk yaşamdır deriz, ancak umutsuz, inançsız aşk ölümden beterdir."

Konfüçyus:
"Dinsel erdem, insanlığı sevmekle olanaklıdır. Bu sevgi hissi,
aileden toplumdan hükümete dek karşılıklı olarak uzamalıdır"

Moliere:
"Kadınların büyük tutkusu aşkı ilham etmektir. İnsanı aşkın
güzellikleri yaşatır."

Montaigne:
"Aşk utanma ve çekinmenin olduğu yerde vardır."

Newton:
"Aşk köprü kurmaktır. İnsanlar köprü kuracaklarına duvar
ördükleri için yalnız kalırlar."

Robert Owen:
"İnsana karşı sonsuz bir sevgi ve şefkat duyabilmek için
dinsel inançlardan kurtulmak gerekir."

Oscar İlde:
"Erkekler kadınların ilk aşkı, kadınlar da erkeklerin son
aşkı olmak ister."

Voltaire:
"Aşk bir tablodur, onu doğa çizmiş ve hayal süslemiştir.
Tanrı kadınları erkekleri evcilleştirmek için yarattı."

Mark Twain:
"Hiç kimse uzun süre evli kalmadıkça gerçek aşkın ne
olduğunu anlayamaz."

Cenap Sehabettin:
"Kadın olsun, kitap olsun cildine aldanmayıp içindekilere bakılmalıdır."

Stendal:
"Aşk, coşku ve tutku olduktan sonra insan hiç sarsılmaz,
bunlar olmayınca yasam neye yarar"

Seneca:
"Yalnız akıllı bir insan sevmesini bilir. Sevip de yitirmek,
sevmemiş olmaktan daha iyidir."

Sahiller:
"Ey aşk, güzel ve kısasın... Aşk insani birliğe, bencillik
yalnızlığa götürür."

ame De Scudery:
Dante:
"Geniş varlık denizinin her yanında geniş bir aşk akısı vardır.
Fiziksel devinim, bitkisel yasam, zihinsel yasam...
Hep evrensel askın derece derece yükselen aşamalarını
oluşturur. Aşağı derecelerinde yanılmayan aşk, akılla
aydınlandığı zaman iyilik ve kötülüğe eğilim kazanır.
Aşk kusursuz olmayan iyiliklerin üzerinde de vardır.
Hatta irade, hile ve şiddet kullanmak yoluyla bir başkasının
kötülüğüne çalışmış olsa bile yine aşka uyar.
Kötülükler aşktan uzaklaşma oranında bir takım derecelere
sahiptir ve kötülük aşka yaklaşmak için sarf ettiği üç oranında
erdeme yaklaşmış olur...
Cehennem bile adalet kadar aşkın eseridir."

Feuerbach:
"Varlık sezginin, duyunun ve askın bir sırrıdır.
Bu kişi, bu şey yani bireysel, yalnız duyumda, yalnız aşkta,
mutlak bir değere sahiptir. Sonlu ve sonsuz orada bulunur.
askın sonsuz derinliği ve askın gerçeği, bununla yalnız bununla kaimdir"
"... En derin ve en yüce gerçekler duyumlarda saklıdır.
Böylece genel olarak basımız dışında bulunan bir nesne varoluşun
gerçek ve ontolojik belgesi aşktır,
varoluşun aşktan ve duyumdan başka belgesi yoktur."

François M. C. Fourier:
1) Geçici ye da keyif verici aşklar ki, bu oyuncular, kahpeler,
arsızlık aşkları gibi şekillere ayrılır.
2) Az çok bir süresi fakat kısır aşklar ki, bunlar gözde aşklardır.
3) Yalnız bir çocuk doğurtan geçici aşklar ki, bunlar dölleyen aşklardır.
4) Karılar ve kocalar askıdır ki, bu iki tarafın isteği ile yıllarca sürer
ve bir çok çocuk dogurtturur. Fakat bunlar birbirleriyle yasayıp
yaşamamakta serbesttir.
"Her erkek bütün kadınlara ve bir kadın bütün erkeklere sahiptir."

Efeseli Heraklitos:
"Duyu organları akılsız ruhlara hizmet ettikleri zaman kötü tanıklardır.
Eşek samanı altına tercih eder; köpek tanımadıklarına havlar.
Domuz için çamur saf sudan daha değerlidir.
Deniz suyu ister temiz ister kirli olsun, balıklar için
kurtarıcı insanlar için uğursuzdur."

Paul Henri D. Holbach:
"İnsanlara kendi akıllarına saygı duymaları ve cesur olmaları telkin
edilmeli ve kendileri için arkasından koşması gereken hayallere
gereksinimleri varsa, doğruluk, iyilik ve barış sevgisini
benimsemeleri öğretilmelidir"

François La Rocheffoucauld:
"Tüm duygularımız ve tutkularımız rastlantı ve çıkarın eseridir
ve bizim erdem, aşk, karşılık beklemezlik dediğimiz şeyler de
hoşgörülerden başka bir şey değildir.
Adalet askı nedir?
Adaletsizlik ıstırabından korkmaktır. aşk sahip olduklarımızın
bizden alınması korkusudur. aşk duyuların bir hummasıdır."

Mevlana:
"Bir aşkı başka aşk söndürebilir.Aşkta ne yükseklik, ne alçaklık,
ne de akıllılık ve akılsızlık vardır. Hafızlık, şeyhlik, müritlik yoktur.
Sadece kepazelik, aşağılık ve rintlik vardır.İnsanin toprağını aşk
şebnemi ile yoğurdukları için alemde yüzlerce fitne ve kargaşalık
peyda olur. Aşkın yüzlerce neşteri, ruhun damarlarına sokuldu ve
oradan gönül adı verilen bir damla aldı...
Aşk öyle engin bir denizdir ki, ne kenarı vardır, ne de ucu bucağı."

Mu-Ti:
"Kim başkasını severse kendisi de sevilecektir. Başkalarını kazandırmış
olan kendisi de kazanmış olacaktır. Tüm insanlar kendileri arasında
karşılıklı bir sevgi hissederlerse, güçlüler zayıfları avlayamazlar, sayıları
çok olanlar daha az sayıdakileri, baskıları altına alamazlar.
Zenginler yoksulları asla baskıları altına alamazlar, usta olanlar da
beceriksizlerle alay edemezler. Sevgide tarafsızlık, kişisel sevgide
yanılmayı önler; tarafsız sevgi kişisel sevginin de güvencesidir."

Passal:
"aşk iradenin ereğidir. Her çeşit dışsal emir ve baskılardan
çok usa uymak gerekir. İradenin ereği olan bu aşktan başlayıp
tutkuda sona eren bir yasam mutludur. Bunlardan birini seçmem
gerekse 'aşk'ı yeğ tutarım. Biz aşk karakteri ile doğarız.
aşk ruhumuz yetkinleştikçe gelişir ve bizi güzel görünen şeye sürükler.
Bundan sonra artık bizim bu alemde sevmekten başka bir şey
için var olduğumuzdan kim kuşkulanır? ...
askın konusu güzelliktir ve insan evrenin en güzel nesnesi olduğu
için dışarıda aradığı bu güzelliğin örneğini kendi içinde bulması gerekir.
Bu itibarla insan ancak kendisine benzeyeni ve olabildiği kadar
kendisine yaklaşanı sever. Sevmeye başlayınca eskisinden bambaşka
bir insan olduğumuzu anlarız. aşktan söz ede ede insan asık olur."


GörünenLerin Arkasındaki herşeye Sonsuz Bir BuyuLenmedir AŞK...

İki Şey...

İki sey "Kalitesiz insan" in özelligidir :
1-Şikayetçilik
2- Dedikodu

İki sey çözümsüz görünen problemleri bile çözer :
1- Bakış açısını değiştirmek
2- Karşındakinin yerine kendini koyabilmek

İki şey yanlış yapmanı engeller :
1- Şahıs ve olayları akıl ve kalp süzgecinden geçirmek
2- Hak yememek

İki sey kişiyi gözden düşürür :
1- Demagoji (Laf kalabalığı)
2- Kendini ağıra satmak (övmek, vazgeçilmez göstermek)

İki şey insanı "Nitelikli insan" yapar :
1- iradeye Hakim Olmak
2- Uyumlu Olmak

İki şey "Ekstra Deger" katar :
1- Hitabet ve diksiyon eğitimi almak
2- Anlayarak hızlı okumayı öğrenmek

İki şey geri bırakır :
1- Kararsızlık
2- Cesaretsizlik

İki sey kaşif yapar :
1- Nitelikli çevre
2- Biraz delilik

İki sey ömür boyu boşa kürek çekmemeni sağlar :
1- Baskın yeteneği bulmak
2- Sevdiğin işi yapmak

İki sey basarinin sirridir :
1- Ustalardan ustaligi ögrenmek
2- Kendini güncellemek

İki sey basariyi mutlulukla beraber yakalamanin sırrıdır :
1- Niyetin saf olması
2- Ruhsal farkındalık

İki şey milyonlarca insandan ayırır :
1- Sorunun degil, çözümün parcası olmak
2- Hayata ve herseye yeni (özgün, orijinal, farklı)
bakış açısıyla yaklaşabilmek

İki sey gelişmeyi engeller :
1- Aşırılık ( abartı)
2- Felakete odaklanmış olmak

İki şey çözüm getirir :
1- Tebessüm (gülümseme)
2- Sükut (susmak)

Mustafa KemaL Atatürk iLe Bir Anı...

Bir ogrenci anlatiyor, Mahmut SADI.
"Yil 1923. Istanbul Universitesinde ogrenci oldugum siralar.
Okul duvarinda bir ilan goruyorum. "Avrupa'ya talebe
yollanacaktir.

"Allah Allah diyorum, Ulke yikik dokuk yil 1923..
Avrupa'ya talebe!
Luks gibi gelen bir sey, ama bir sansimi denemek istedim.

150 kisi icerisinde11 kisi secilmisiz.
Benim ismimin yanina ATATURK "Berlin Universitesine gitsin"
diye yazmis.

Zaman geldi. Sirkeci garindayim, ama kafam oyle karisik
ki gitsem mikalsam mi orada beni unutur mu bunlar,
para yollarlar mi, gurbet ellerdene yaparim?

Bir an gitmemeye karar verdim, dondum. O sirada bir muvezzi
ismimicagirdi: "Mahmut SADi, Mahmut SADi, bir telgrafin var".

Telgrafi actim aynen sunlar yaziyordu:"Sizleri birer kivilcim
olarak gonderiyorum; alevler olarak geridonmelisiniz".
Var mi boyle bir sey?

11 ogrencinin nerede, ne zaman, ne dusunebilecegini
hesap edebilen bir lider, DUNYA LIDERI olmasin da ne olsun!!

Yil 1923, biz evimizde bir cocugumuzun huyunu degistiremiyoruz
bir huyunu.Tum Ulkenin huyu degisiyor.
Bununla ugrasan bir insan, yolladigi 11 ogrencinin nerede,
ne zaman, nedusunebilecegini hissedebiliyor.

"Mahmut Sadi devam ediyor:

"Gel de simdi gitme, git de orada calisma,
don de bu Ulke icin caniniverme!!" diyor.

Dar Dünya...

Yüreğim gövdeme sığmıyor
Gövdem odama
Odam evime sığmıyor
Evim dünyaya
Dünyam evrene sığmıyor
Patlayacağım

Acımın acısından susmuşum
Ki suskunluğum göklere sığmıyor
Böyle bir acıyı kimlere nasıl anlatacağım
Gönül dar geliyor sevgime
Kafam beynime
Ah şakaklarım
Çatlayacağım
Anladım artık anladım
Kimselere anlatamayacağım

AZİZ NESİN

BekLemek...

Gözler önünde işte
Gittikçe arınıyorum kendimden
Her giden güzelleşir
Gidiyorum güzelleşmek için
Unutulsun diye çirkinliklerim
Gelecek birisi güzeldir
Gelince güzel değil
Hele gelmişse çirkin
Yaşam, ölüm gelecek diye güzel
Ey güzeller güzeli beklediğim
Kaç saatim, kaç dakikam ya da saniyem
Artık ne gelmek ne de gitmek
Yaşamın en zor yanı beklemek
Hiçbirimiz beklemedik doğmayı,
Doğduğumuzdan beri beklediğimiz
ÖLMEK

AZİZ NESİN

YaşadıkLarımdan Öğrendiğim Birşey Var...

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği

İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya

Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin

İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına
İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına

Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
Değişmemelisin hiçbir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın

Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene
karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana.

ATAOL BEHRAMOĞLU

Tek BaşınaLık...

Ben tek başına ne yapabilirim
Diye düşündü biri
Ve hiçbirşey yapmamaya karar verdi

Ben tek başına ne yapabilirim
Diye düşündü bir öteki
Ve yalnızlığının kuytuluğuna çekildi

Ben tek başına ne yapabilirim
Diye düşündü bir üçüncü
Ve tek başına düşünmeyi sürdürdü

Ben tek başına ne yapabilirim
Diye düşündü yüzbinler
Ve tek başınalıklarını sürdürdüler

Ben tek başına ne yapabilirim
Diye düşündü milyonlar
Milyonlarcaydılar

Ve tek başınaydılar
Bu arada birileri
Onlar adına
Karar vermekteydi

Tek başına olduklarını sananlar
Topluca ortadan kaldırıldılar....

ATAOL BEHRAMOĞLU

İnsanLarı Tanımak Zor...

Adamın biri kumsalda yürürken ayağı eski bir
lambaya takılmış, adam lambayı kumların
içinden çıkarmış.
"Niye olmasın, belki bunun da içinden cin çıkar"
deyip ovalamış lambayı, gerçekten de koca bir
cin çıkmış lambadan. Adam çok şaşırmış,
cin baslamış konuşmaya "Tamam, tamam.
Beni lambadan kurtardın vs vs vs..."
"Bu, bu ay içinde dördüncü çıkarılışım ve bu
işten sıkılmaya başladım bu yüzden 3 dileği unut.
Sadece 1 dilek hakkın var!"
Adam oturmuş ve bir süre düşünmüş ve
"Her zaman Hawaii'ye gitmek istedim ama uçaktan
korkarım ve deniz beni çok kötü tutar.
Benim için Hawaii'ye bir köprü yap böylece
arabayla oraya gidebileyim" demis.
Cin gülmüş ve "Bu imkansiz. Bu işin lojistiğini düşün!
Köprünün ayakları nasıl Pasifik'in dibine ulaşabilir?
Ne kadar beton gerektiğini, ne kadar çelik
gerektiğini düşün Hayır, başka bir dilek düşün"
demiş. Adam tamam demiş ve gerçekten güzel bir
dilek düşünmeye başlamış. En sonunda"
Ben bu insanları hiç anlamıyorum. Kendime dost
seçiyorum, çok bağlanıyorum, selamı kesiyor.
Birini çok seviyorum beni severken sevmez oluyor.
Birine güveniyorum önce o aldatıyor.
Birine dostluk elimi uzatıyorum, beni düşman sanıyor.
kime meramımı anlatsam beni ya anlamıyor ya da
yanlış anlıyor. Bana insanları tanımanın yolunu öğret."

Cin: "Köprü iki şeritli mi olsun dört şeritli mi?" diye yanıt vermiş adama. :)

StaLin' in Tavuğu...

Stalin en sadist cinayetlerini planladığı çalışma odasına
yakın dostlarını toplamış sohbet ediyordu.
Votka şişelerinin biri gidip, diğeri geliyordu.
Kafalar iyice dumanlanmıştı.
Stalin kan çanağına dönmüş gözlerini etrafında
dalkavukluk yarışına girmiş adamlarına çevirerek
sordu:

-Saçını ihtilalde, halk içinde, devlet yönetiminde,
bürokraside ağartmış dostlarım...
Söyleyin bakalım halkın yönetime baş eğmesi,
kayıtsız şartsız itaat etmesi için yöneticiler ne
yapmalı, nasıl davranmalıdır?Her dumanlı kafadan
bir ses çıktı.
Kimisi adaletten, haktan söz etti...Kimisi demokrasiden...
Kimisi sürgünden, sehpadan, hapisten...
Kitlesel cinayetlerin deha çapındaki katili Stalin,
beğenmedi adamlarının izahatlarını...
Bir kadeh daha votka çekerek şöyle dedi:

- Yönetimi eline geçiren hükümdar en yücedir!
Halkın karşınızda başeğip durması için ne yapmanız
gerektiğini durun da şu beyinsiz kafalarınıza çivi gibi
çakayım... Hemen hizmetçileri çağırıp emretti.

- Çabuk bana bir tavuk getirin... Aceleyle bir tavuk
kapıp getirdi adamları... Stalin, kafaları iyice
dumanlanmış adamlarının gözleri önünde başladı
canlı canlı tüylerini yolmaya tavuğun.
Bütün tüyleri yolunup cascavlak kalan tavuğu
odanın ortasına salıverdi, lider...

- Şimdi izleyin bakalım nereye gidecek bu şaşkın tavuk...
Zavallı tavuk bu azaptan kaçıp kurtulayım diye
aralık kapıdan dışarı canını atayım diyor, soğuktan
tir tir titriyor...Masaların altına giriyor, köşeli masa
ayakları canını yakıyor...Duvar diplerine koşuyor
teleksiz, tüysüz kanatları yara bere içinde kalıyor...
Şömineye yaklaşıyor tüysüz derisi kavruluyor...
Çaresiz, tüylerini yolan Stalin'in bacakları arasına
saklanıp, sığınıyor...

O zaman Stalin, cebinden bir avuç yem çıkarıp
önüne tane tane atıveriyor yolunmuş tavuğun...
Yemlenen tavuk, Stalin nereye yönelse peşinden
koşuveriyor..Ağızları bir karış açık kalan dostlarına
bakıp, pos bıyıklarının altından gülerek şöyle diyor Stalin:

- Gördünüz mü, Halk dediğiniz topluluk bu tavuk gibidir.
Tüylerini yolup al ve serbest bırak...
O zaman yönetmek kolay olur...
Stalin'in sofra dostları hayretler içinde kalıp:

- Vay .. birader, adamdaki akıla bak, diye başlarını salladılar...
Bu gerçekten olmuş mu, yoksa uydurulmuş bir öykü mü bilmem.
Ancak 'Stalin'in Tavuğu' diye bir tabir var...

Bu tabire uyan nice halk, nice yönetici görmedik mi biz de şu kısacık hayatımızda...

ArıLar ve SinekLer...

Bir grup arıyla sineği bir şişeye koyuyorlar.
Şişenin taban tarafını ışığa doğru, açık olan
ağız kısmını da karanlığa doğru yerleştiriyorlar.
Arıların hepsi ışık olan tarafa doğru üşüşüyorlar.
Ama şişenin tabanı cam ve onların da yabancısı
olduğu bir madde olduğundan çıkmayı başaramıyorlar.
Bu arada sinekler, şişenin ağzına doluşuyorlar ve
karanlıkta dışarı çıkıp kayboluyorlar.
Ağzı açık olan şişeden karanlık tarafa doğru tek bir
arı bile gelmiyor.
Camın önünde ışığa doğru çabalarına devam ediyorlar.

İnsanın aklına hemen arıların akılsızca davrandıkları
geliyor.
Ancak biraz derinlemesine düşününce, karşımıza
dikilen gerçek çok daha farklı.
Çok basit gibi gelen bu deney beni oldukça düşündürdü.
Arıların ne kadar akıllı yaratıklar olduğunu hepimiz
biliyoruz, sinekler ise malum.
Arılardan korkarız bizi sokarlar diye ama sineklerden
midemiz bulanır, uzak durmaya çalışırız.
Evet, ışığa doğru yürüyenlerin önünde her zaman engeller
olacaktır kuskusuz.
Onlar, engellere rağmen ışıktan vazgeçmeyenlerdir.
Ne tür engel olursa olsun önlerinde, çabalarını sürdürenlerdir.
Ve bu uğurda da gerektiğinde ölebilenlerdir.
Yürek, azim, sevgi, ilkeler, dürüstlüktür bunu yaptıran.
Kendine saygı, yasadığı topluma saygıdır.

Sinekler, karanlıkta sıvışan kaçaklardır, karanlığa
yürüyenlerdir, karanlık düşüncelerdir.
Şişenin ağzının karanlığa bakmasının onlarca hiç bir önemi
yoktur. Sinsi, ilkesiz, yüreksiz, korkak varlıklardır.
SADECE kendi yaşamları söz konusudur.
Nerede yemek varsa, nerede rahat yasayacaklarsa,
nerede çok para kazanacaklarsa oraya giderler.
Onlar için karanlık olması önemli değildir açık ağızların,
karanlık sığınaklarıdır cünkü, izlerini rahatça kaybettirirler.

Arıyı kovalamak isterseniz savaşır, engellere aldırmaz.
Amacı sadece ışığa ulaşmaktır.
İğnesini sapladığında öleceğini bilerek savaşır ve değerleri için ölür.

Ama sinekler kaçarlar.Sonra yılışık yılışık tekrar dönerler
kovaladığınız yere.Her türlü pisliğe bulaşırlar,
sonra da yiyeceklerinize, üstünüze,başınıza konarlar.

Arılar yumurtalarını yalnızca kovanlarına bırakırlar.

Oysa sinekler her yere yumurtlar, her yerde ürerler.
Onlar için asıl amaç çoğalmak ve yayılmaktır.


Engellere rağmen ışığa yürüyenlere,
ışığa ulaşmak için çabalayanlara ve ışık saçanlara…..

Astronot ve KızıLderiLi...(Bu adamlara dikkat edin)

Nasa, 1966 yılı civarında aya gidecek
Apollo astronotlarını eğitmek için kızılderili
rezervasyonu sınırlarında bulunan ve ortamı
ay yüzeyine çok benzeyen Tuba City e götürmüş.
Astronotlar çalışmaya başlamış.
Acayip görünümlü kamyonların arasında sadece
2 uzay giysili astronot görünüyormuş uzaktan.
Yakınlarda da yaşlı bir Navajo çobanı ile oğlu
koyun otlatıyormuş.
İki astronot dikkatlerini çekmiş izlemeye başlamışlar.
Bu arada da bazı Nasa personeli onları farketmiş ve
yanlarına gelmiş. Çoban ingilizce bilmediği için oğlu
aracılığıyla o iki acaip adamın ne olduğunu sormuş.

Nasa personeli de "O adamlar aya gidecek astronotlar,
eğitim yapıyorlar" deyince Çoban çok heyecanlanmış
ve astronotlarla aya bir mesaj yollaması mümkün mü diye
sordurmuş oğluna.
Nasa personeli bunun çok orijinal bir şey olacağını
düşünüpbir koşu teyp getirmişler ve adamın mesajını
Navajoca teybe kaydetmişler.

Mesaj kaydı bitince Nasa personeli çocuktan babasının
mesajını tercüme etmesini istemiş ama çocuk reddetmiş.
Daha sonra Kızılderili rezervasyonunda birçok kişiye
yanaşmışlar her biri önce "Cık cık cık" demiş sonra da
mesajı tercüme etmeyi reddetmiş.

Ama en sonunda eline para sıkıştırılınca bir genç yaşlı
adamın mesajını tercüme etmiş:

- Bu adamlara dikkat edin, topraklarınızı çalmaya geldiler...

Hint Masalı Ve Shakspeare...

Bir Hint masalına göre, kedi korkusundan dolayı devamlı endişe
içinde yasayan bir fare vardır. Büyücünün biri fareye acır ve onu
bir kediye dönüştürür.

Fare, kedi olmaktan son derece mutlu olacağı yerde bu kez de
köpekten korkmaya başlar.

Büyücü bu kez onu bir kaplana dönüştürür. Kaplan olan fare,
sevineceği yerde avcıdan korkmaya başlar.

Büyücü bakar ki, ne yaparsa yapsın farenin korkusunu yenmeye
imkan yok. Onu eski haline döndürür.

Ve der ki "Sen cesaretsiz ve korkak birisin. Sende sadece bir
farenin yüreği var.

O yüzden ben sana yardim edemem.

"Ünlü yazar Shakspeare, bu konuda söyle diyor:

"İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için sevmekten korkuyor..
Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için.
Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.
Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğin kıymetini bilmediği için.
Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için.

Ve ölmekten korkuyor, aslında yasamayı bilmediği için."

YapıLan İyiLikten , Daha Çabuk UnutuLan Birşey Yoktur...

Bir kurdu avcılar fena halde sıkıştırırlar. Kurt ormanda oraya buraya kaçmaktadır,
Ancak peşindeki avcıları bir türlü def edemez.

Canını kurtarmak için deli gibi koşarken bir köylüye rastlar.
Köylü elinde yabasıyla tarlaya gitmektedir.

Kurt adamın önüne çöker ve yalvarmaya başlar:-"Ey İnsan ne olur yardım et bana, peşimdeki avcılardan kaçacak halim kalmadı,
Eğer yardım etmezsen biraz sonra yakalayıp öldürecekler beni"Köylü bir an düşündükten sonra yanındaki boş çuvalı açar, kurda içine girmesini söyler.

Çuvalın ağzını bağlar sırtına vurur ve yürümeye devam eder.
Birkaç sonrada avcılara rastlar.

Avcılar ona bu civarlarda bir kurt görüp görmediğini sorarlar
O'da "Görmedim" der ve avcılar uzaklaşır.

Avcıların iyice uzaklaştığına emin olduktan sonra köylü sırtındaki çuvalın ağzını açar ve kurda artık çıkmasını söyler.
-"Çok teşekkür ederim" der kurt "Bana büyük bir iyilik yaptın"-"Önemli değil der köylü" ve tarlasına doğru yürümeye başlar.

-"Bir dakika" diye seslenir kurt "Çok uzun zamandır bu avcılardan kaçıyorum,
Çok bitkin düştüm, açım, kuvvetimi toplamam bir şeyler yemem lazım ve çevrelerde senden başka yiyecek bir şey yok.

-Olurmu ama ben senin hayatını kurtardım
"-"Yapılan iyiliklerden, verilen hizmetlerden daha çabuk unutulan birşey yoktur" der kurt.

"Bende kendi çıkarım için senin iyiliğini unutmak ve seni yemek zorundayım"Bir süre tartıştıktan sonra önlerine çıkan ilk üç kişiye sormaya ve ona göre davranmaya karar verirler.

Karşılarına önce yaşlı bir kısrak çıkar"Ne vefası" der kısrak
"Ben sahibime yıllarca hizmet ettim, arabasını çektim, taylar doğurdum, gezdirdim ve yaşlanıp işe yaramaz hale geldiğimde böyle kapıya koydu

"Bir sıfır öne geçen kurt sevinirken bir köğe rastlarlar.

"Ben hizmetin değerini bilen bir efendi görmedim" der köpekte
"Yıllardır sadakatla hizmet ederim sahibime, koyunlarını korurum,
yabcılara saldırırım ama o beni her gün tekmeler

"Kurt köylüye dönerek-"İşte gördün, artık seni yiyebilirim" der.
köylüde son bir çabayla-"Ama üç kişi diye konuşmuştuk, bir kişiye daha soralım,
sonra beni ye" diye karşılık verir.

Bu kezde karşılarına bir tilki çıkar,
Başlarından geçenleri, tartışmalarını anlatırlar.
Tilki hep nefret ettiği kurda bir oyun oynayacağı için keyiflenir.

-"Her şeyi anladımda" der tilki "sen bu torbaya nasıl sığdın onu anlayamadım
"Kurt bişeyler söyel ama tilki inanmaz.

artık sabrı kalmayan kurt bi an önce bu işi bitirmek için ıspatlamaya karar verir ve
torbaya girer.

Köylüde Tilkinin işaretiyle torbanın ağzını hemen sıkı sıkıya bağlar ve
"Demek iyiliğime böyle karşılık verecektin"
diyerek eline bir taş alıp kurdu hırpalamaya ve intikam almaya başlar.

ve tilkiye dönerek:-"Sana minnettarım, Hayatımı kurtardın" der.

Tilkide:-"Önemli değil, benim için bir zevkti" diye karşılık verir.
Tam o anda Köylünün gözü Tilkinin parlak kürküne takılır,

Bu kürkü kazanacağı parayı düşünür ve
hiç beklemeden elindeki taşı kafasına fırlatıp tilkiyi öldürür.

Sonrada Torbanın içindeki kurdu ayağıyla dürterek:

-"Haklıymışsın kurt yapılan iyilikten daha çabuk unutulan birşey yokmuş..."

Düşünen Herkese...

Dünyayı karanlık bir yer olarak algılayabilirsin, ama onu aydınlatacak fener senin elinde.

Biliyorum çoğu zaman farkına varamadın kendi potansiyelinin; çünkü düşüncelerin kendinden çok uzaktı.

Sen kendinden başka her şeye odaklanmaya çalıştın, kendini anlamana izin vermedin.

Senin için kendine verdiğin değer bu mu gerçekten?

Kendini anlamayan seni, bir başkasının anlamasını nasıl bekleyebilirisin ki?

Ama bekledin!

Hala da bekliyorsun nereye kadar bekleyeceğini bilmeden…

Senin için önemli olan da bu zaten, zamanın bir şekilde geçmesi!

Beklentilerin dışa dönük olduğu sürece kendi potansiyelin karanlıkta kalacak.

Ya şimdi kendini fark et, ya da ölü gibi yaşamaya devam et!..

Sen, olmayı istediğin sen oldun.

Seçimlerinin toplamı, yaşamının anlamını oluşturdu zihninin derinliklerinde.

Sen, olmayı istediğin oldun, ama farkına varmadan…

Nedensiz ve sorgusuzca, yargılamadan kendini sadece bir kez daha düşün.

Düşlerinin odağı nereye uzanıyor?

Sen kimsin ve nasıl sen bu haldesin, iyi ya da kötü…

Üzülme “hayal ettiklerime kavuşamadım” diye, bunu öyle iyi başardın ki!

Evren bile şaşkınca baktı sana kendine yaptığın haksızlıklar karşısında…

Korkuyu sen var ettin, onu huzura çevirecek olan da yalnız sensin!

Bir köpek düşün karşında dikilmiş ve gözlerini irice açmış sana bakıyor.

O sana baktıkça senin de ellerin ayakların titriyor zıngır zıngır.

Korkuyorsun.Hem de çok korkuyorsun, aklında yarına kalamamanın kaygıları var çünkü…

Peki, o köpekçik başında palyaço maskesi ile karşında dursa ve sana sırıtıp kuyruk sallasa.

Sonra da iki ayaklarının üstüne basarak hoplayıp zıplasa…

Ondan yine korkar mıydın?

Hiç sanmıyorum, çünkü sen düşüncelerinle korkuyu var ediyorsun!

Korkuyu var eden sen, huzuru da var edebilirsin.

Hem de istediğin zaman!..


Sen müthiş birisin, süpersin; çünkü düşünebiliyorsun…

Eski RekLamlar... :)


Bir kilo da değik sadece Yarım kilo... :)

O Mükemmel ve ÜnLü Şiir...

Ne hasta bekler sabahı
Ne taze ölüyü mezar
Ne de şeytan bir günahı
Seni beklediğim kadar

Geçti istemem gelmeni
Yokluğunda buldum seni
Bırak vehmimde gölgeni
Gelme artık neye yarar.

Necip Fazıl KISAKÜREK

Sanki ilk kıtası gençlikte ikinci kıtası yaşlılıkta yazılmış gibi,
bir hayatı iki kıtada anlatıyor...
Ne kadar etkileyici...

Yapma HiLmi Abii...


Yazık Bizeee... :)


Fena Kaynana :)


Adalet nerede?


Ya AkLın Ya Yüreğin...


Merak... :)


YaLnızLık Kaderim...


ÇARESİZ

Seni görmediğim günler bir çakır diken büyüyor
gözbebeklerimde
Bir çocuk ağlaması başlıyor, kulaklarımda uzun uzun
Ellerim bir yerlere yapışıyor, kurtaramıyorum
Ya ayaklarım, o benim zavallı ayaklarım
Öyle şaşkın, öyle kararsız, öyle çaresiz ki
Seni görmediğim günler
Karanlıktayım, katran gecelerdeyim
Cehennem misali bir yerdeyim
Bir demir nasıl paslanır, bir elma nasıl çürürse
İşte öyleyim...

ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN

Şaşırma mı desek? Utanma mı?













Kim bilir belki ilk defa tadıyor

Gözleri ondan bu kadar şaşkın
Belkide yoksul,
Utandığı için ne yapacağını bilmiyor
Ondan bu kadar anlamlı bakışları...
Neden bu kadar büyük insanların yaşamları arasındaki uçurum...!

AYRILIK GÜNÜ

Ben nice ayrılıklar gördüm ömrümce
Kuşlar gördüm; kırılmış kolu, kanadı
Ayrı düşmüş sevdiğinden kuşlar gördüm
Hiç bir ayrılık bana bu kadar komadı

Ayrılığın bir ağrıdır vurur şakaklarımda
Ve büyür gözlerimde bir okyanus kadar
Derinden ses verir içimde bir tel
Sonra, birdenbire kırılır, kopar

Yeryüzü çekilir altından ayaklarımın
Geçer başıma çöken bir tavan gibi gökyüzü
Durmadan çalınır kulaklarımda
Şarkıların en hüzünlüsü

Seni alıp uzaklara giden otobüs
Benim üzerimden geçer hışımla
Devrilir, bakakalırım ardından
Bir sel gibi akan gözyaşımda...

Artık ne yapsam boş, teselliler faydasız
Karanlık gitgide en derinlere çeker beni
Çaresiz, bütün sokaklarında bu şehrin
Böyle perişan beklerim dönmeni

Dolaşır birbirine yorgun ayaklarım
Ellerimi koyacak bir yer bulamam
Nereye gitsem, en koyusu acıların
Ne yana baksam, çıldırtan bir akşam

İstemem ben bu ömrü, bu talihi istemem
Böyle durup durup senden ayrılmak varsa
Orada bir mezar kazılır benim için
Ayrılığın nerede başlarsa.

Ümit Yaşar Oğuzcan

Başarı İçin...

Bir kurbağa sürüsü ormanda ilerlerken,içlerinden ikisi bir çukura düşmüş.
Diğer bütün kurbağalar çukurun etrafında toplanıp,çaresiz bir şekilde bakıyorlarmış.
Çukur bir hayli derin olduğundan düşen arkadaşlarının zıplayıp dışarı çıkması mümkün gözükmüyormuş.
Yukarıdaki kurbağalar, boşuna çabalamamalarını söylemişler arkadaşlarına:“Çukur çok derin. Dışarı çıkmanız imkânsız!.”
Ancak, çukura düşen kurbağalar onların söylediklerine aldırmayıp çukurdan çıkmak için mücadeleye devam etmişler.
Yukarıdakiler ise hâlâ boşuna çırpınıp durmamalarını,ölümün onlar için kurtuluş olduğunu söylüyorlarmış.
Sonunda; kurbağalardan birisi söylenenlerden etkilenmiş ve mücadeleyi bırakmış.Diğeri ise; çabalamaya devam etmiş.
Yukarıdakiler de, çırpınıp durarak daha çok acı çektiğini söylemeyi sürdürmüşler.
Ne var ki, çukurdaki kurbağa onlara hiç aldırmadın son bir hamle daha yapmış,bu kez daha yükseğe sıçramayı başarmışve çukurdan çıkmıştı.
Arkadaşlarının ümit kırıcı sözlerinehiç kulak asmamıştı…

Çünkü o sağırdı !

Siz de olumsuz düşünceli insanları sakın duymayın!
Onların yüreğinizdeki umudu çalmalarına izin vermeyin…

Amerikan ın ÖzgürLük AnLayışı...


büyük Önderimiz...


ÖZLEDİM SENİ..
özledim seni...
ayrılık yüreğimi uyuşturuyor karıncalandırıyor nicedir.
beynimi uyuşturuyor özlemin...
çok sık birlikte olmasak bile
benimle olduğunu bilmenin
bunca zamandır içimi ısıttığını
yeni yeni anlıyorum
Yokluğun,
Hatırladıkça yüreğime saplanan bir sizi olmaktan çıkıp
mütemadiyen bir boşluğa
Sabahları seni okşayarak başlamaları
aksamları her isi bir kenara koyup
seninle baş başa konuşmaları özlüyorum;
oynaşmalarımızı,
yürüyüşlerimizi,
sevimli haşarılığını,
çocuksu küskünlüğünü...
Nasılda serttin başkalarına karşı
beni savunurken;
ve ne kadar yumuşak
bir çift kısık gözle kendini
ellerimin okşayışına bırakırken
Gitmeni asla istemediğim halde
buna mecbur olduğunu görmek
ve sana bunları söylemeden
''git artık'' demek
''beni ne kadar çabuk unutursan, o kadar çabuk
kavuşacaksın mutluluğa''
demek sana nede zor
seni görmemek ve belki yıllar sonra
karsılaştığımızda
bana bir yabancı gibi bakmanı istemek senden...
yeni bir sevdayı yasakladığım kalbime söz geçirmek....
CAN YÜCEL

süpper...


bir yanım git diyor bir yanım kaL... işte hayat









Siyaset Cahil TopLumları Sever
Çünkü OnLarı Kandırmak Kolaydır...
















Lütfen Lütfen Lütfen Lütfen....

Akıllı olmak bir sanat olsa gerek :)

sevgili Kazım abiyi saygıyla anıyorum ve onun yazısıyla başlıyorum...

Hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne günün karanlık saatlerine ara sıra kopsa da fırtınalara bir gün boğulacağımız denizlere eski günlere neler olacağını bilmesek de geleceğe kötülüklerle dolu olsa bile tarihe tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlü çocuklara Donkişotlara ateş hırsızlarına Ernesto çe Guevaraya yollara-yolculuklara sevgililere sevişmelere sadece düşleyebildiğimiz olamamazlıklara üşürken ısınmalara her şeyden sıcak annelere babalara ve tadını bütün bunlardan alan şarkılara kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz. Kötü şeyler gördük. Savaşlar katliamlar ölen-öldürülen çocuklar gördük. Kendi dilini kendi kültürünü kendisini kaybeden insanlar topluluklar gördük. Yanan köyler kentler ormanlar hayvanlar gördük. Yoksul insanlar ağlayan anneler babalar her gün bile bile sokaklarda ölüme koşan tinerci çocuklar gördük. Biz de öldük. Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik. Teşekkürler dünya.